Yaratılışından İtibaren

Yaratılışından İtibaren

Yaratılışından İtibaren

İnsanın içinde, yaratılışından itibaren var olan bir özellik var. Saflık. İnsan doğduğu andan itibaren temizdir. İnsanın doğasında olan şey saflık, temizliktir. Bebekler bu saflığın eseri olarak gösterilebilir. Fakat nasıl olduysa tene bulaşan kir, aynı zamanda ruha karışan kin; bütün bir benliği oluşturan toplumları bile kirletti, onları birbirinden uzaklaştırdı. İyiliği unutturup kötülüğe adım attırdı. Temiz olmayı önemsemeyip, uzun yolları dize getiren kısa yolları, yani hileyi seçtirdi. İnsanı kirleten, kısa yollardan mutluluğa ulaştıran kara dumandı. İnsanının paklığını karartan duman. Peki insanın ilgisini çeken kısa yol neydi? Para. Kirli paranın, haram paranın büyüsüne kapılan insan; helal lokmayı, şerefli teri, o kadar unutmuştu ki en sonunda yaratılışından uzaklaşıp kara dumanın esiri altında kaldı.

Gözleri parladı, büyülendi. Kara bir pamuğa dönüştü. Tek bir ateşle, cehennem ateşindeki sıcak bir küle değip yok olana kadar. İnsanın içinde, yaratılışından itibaren ona verilen bir özellik var. Paylaşmak. Ekmeğini, suyunu hatta hayatını paylaştığı sürece insan, insandır. Komşusu açken tok yatan bizden değildir, hadisi boşuna söylenmemiştir insana. Fazlasını, bazı zamanlarda ise elindekini paylaşabilen, bu hayatta paylaştığı sürece vardır. Fakat elindekini de fazlasını da paylaşmaz. Peki insana elindeki paylaştırmayan heves nedir? Beğenilme arzusu.

İnsan, fotoğrafı iyi her yemeği çarçur etti. Kenara atılmadan önce de yalnızca 1-2 lokma alındıktan sonra bırakılan yemekler, sahibini mutlu ettikten sonra hak etmediği yalnızlığına bırakıldı. İnsan ihtiyaç duyana bunu sunmadı. Karnı yerine egosunu doyurdu. Açın hâlinden yine aç kimseler anladı. Yaratılıştan itibaren eşit dağıtılan özellikleri bozan insanlar, herkesi bir sınıflandırmaya soktular. İnsan, görüntüsü iyi olana güzel dedi, güzelliğin adını da iyilik koydu. Bir zamanlar iyiliğin adı güzellik olduysa da insanlar bunu da tüketti.

Yaratılışından İtibaren
Yaratılışından İtibaren

Resim 愚木混株 Cdd20 tarafından Pixabay‘a yüklendi.

İnsanın içinde, yaratılışından itibaren ona verilen bir özellik var. Sevgi. Hayvana, ağaca, kadına, erkeğe her şeyi yaşatması için ona sevgi verildi. Yeniden dünyaya birilerini getirmek için insana sevgi verildi. İnsanın insana dokunabilmesi için sevgi vardı. Elindekinin kıymetini bilmesi için her şey hazırdı. Önüne usta ellerle hazırlanmış bir yemek konuldu. İnsan, bunun tuzu eksik dedi, tuz attı. İnsan, bunun baharatı eksik dedi, baharat attı. İnsan, bu yemek pişmemiş, dedi. İnsan şükür etmesi gereken yerde isyan etti. Yetinmesi gereken yerde daha fazlasını istedi. İnsan bilmiyordu. Her seferinde daha fazlasını istediğinde, elde ettiği şey ona yetmeyecek ve yeniden daha fazlasını isteyecekti. Gözü doymayan bir güruh hâline geldiklerinde, kaybedeceklerdi. Bu kayıp, insanın kendine gelebilmesi için bir dürtü, en başa dönmelerini gösterecek bir işaretti.

Kıymet bilmeyi öğrendiklerinde, gerekli olan niteliklerin yaratılıştan itibaren kendilerinde olduğunu göreceklerdi. Peki ama insanın gözünü kör eden şey neydi? Hırs. Daha fazlasına ulaşmaya çalıştıkları, hep daha fazlası hep daha iyisi diyecekleri mekanizmayı çalıştıran kol, hırs duygusuydu. Bu duygunun yarattığı mahrumiyeti anlasaydı, körelttiği her şeyin farkına varırdı. İnsan kendi olabilseydi, mutluluğun her zaman yanı başında olduğunu bilirdi. O kolu kırabilseydi, bir sonraki yaşamın rahatlığına erişebilmek için durmadan ve güzel çirkin diye ayırmadan iyiliğin peşinden koşardı. İnsanın paklığı beyaz bir bulut, iyiliğin anlamı paylaşmak, başkaları tarafından kişiye bahşedilen sevgi ise şükür olurdu.

İnsanın içinde, yaratılışından itibaren ona verilen bir özellik var. Dürüstlük. Özü sözü bir, olsaydı; kimsenin arkasından konuşmazdı. Söylediklerinin arkasında kalsaydı, zalim yerine mazlum kazanırdı. Fakat insan bunu başaramadı. Yanlışa bile isteye gitti, bunu doğruymuş gibi başkalarına da önerdi. İnsan arkadan konuştu, günah dinlemedi. İnsan yalan söyledi. Yalan söyleyerek kazandı. Helal lokmayı, kolay lokmaya yeğlemedi. İnsan kolayı seçti, yalanı seçti ve kendisinden en uzağa doğru gitti. İşte insanı bir kez daha fıtratından eden, kalp kırmayı olağan bir durum hâline getiren, kolay lokmayı kazandıran davranış. Peki insana bu davranışı alıştıran şey neydi? Kazanma arzusu. İnsan yetinmeyi bilmedi, paylaşmayı anlamadı. Sürekli gözünü yükseklere dikti. Bu kötü bir şey değildi. Fakat insan doymayan bir varlıktı.

Yaratılışından İtibaren
Yaratılışından İtibaren

Resim 愚木混株 Cdd20 tarafından Pixabay‘a yüklendi.

Doğduğundan beri hep daha fazlasını istemek onun fıtratında varmış gibi yaşamaya devam etti. Kazanmak için yeniden hileyi kullandı. Üst kademeler için merdivenleri ikişer üçer çıkmaya başlayınca, yalanları peşi sıra dizdi. İnsan dürüstlüğünü kaybetti, sevgisini kaybetti. Sevmeyi bilmeyince sevilmedi. İnsan her şeyiyle kirlenmeye ve ardından kirletmeye evrildi. Baştan aşağıya kirlenen ruhu bir virüs gibi yayıldı. Dokunduğu her ruhu kendine benzetti. Başından beri temiz olanı, bütün kötülükleri işleyerek büyüttü. Yaratılışından beri ilmek ilmek dokunan insan, asıl amacına ulaşmak için hareket etseydi, bu kadar yanlışın içinde doğruya ulaşan ve yol gösteren ataları arasında yer alabilirdi. Fakat yapamadı.

Yaratılışından itibaren insana verilen her masum şey zamanla kör zindanlara mâhkum edilmesi gereken birer kötülük hâline geldi. Şirazlı Sadi 13. Yüzyıl’da

“İnsan. Bir damla kan ve bin endişe.”

dedi. İnsan o kadar kendiydi ki bundan sıkıldı. Sıradanlığı ve acizliği altında kendini çok önemli bir varlıkmış gibi yüceltti. Her şeyin fazlasının zarar olduğunu yalnızca yemeklere ait zannetti. İnsan, kendini tüketti. Kıyıda köşede var olan her güzelliği kendi zevkleri çerçevesine sıkıştırarak, bir bütünü yok ederken, neyden vazgeçtiğini bilmeden yaşadı. İnsan bitmek bilmeyen diye adlandırdığımız ve yine tekrardan başlangıcın olduğu sonu bilmeliydi. İnsan elinde hiçbir şeyi kalmayan budanmış bir ağaca dönünce, yaşamın ne olduğunu ve ne için yaratıldığını fark etti. Başa döndü. Yuvarlak bir yaşamın içinde koşturdu.

Hiçbir şeyin kendisine ait olmadığını anlayana dek yenilmeye, kaybetmeye ve yanıp kavrulmaya razı gelmeliydi. Çünkü şükür ile gidilmeyen yoldan yalvarma ile dönecekti. İnsan, fıtraten sahip olduğu saflığı, paylaşmayı, sevgiyi ve dürüstlüğü tükettiğini fark edince yalvarmaya başladı. İşte buraya bile insan kendi bencilliğiyle geldi. Şükür etmesi gereken yerde, nankör oldu. Sevmesi gereken yerde, acı çektirdi. Dürüst olması gereken yerde, yalan söyledi. Paylaşması gereken yerde, muhteris olmayı tercih etti. Allah’tan, kendisinin yanında başkası için de isteseydi, kazandığına yeter diyebilseydi, sevmeyi sanat hâline getirseydi, dürüstlüğü yolu belleseydi, yaratılışından itibaren kendi olabilseydi; insan zaten doğru yoldan hiç şaşmazdı.

Yaratılışından İtibaren
Yaratılışından İtibaren

Öne çıkan Resim 愚木混株 Cdd20 tarafından Pixabay‘a yüklendi.

Diğer yazılarımı okumak için tıklayınız.

Mutlaka Okunması Gereken Kitaplar listemi okumak için tıklayınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir