Boğuluyorum
Boğuluyorum ama ben yüzmek istiyordum. Derin denizlerde yüzmek istiyordum. Ben yüzme bildiğimi sanıyordum. Ah işte yine yeniden başlıyoruz, sanmak hikâyesine…
Bugün kısa bir yazı okudum. Birisi boğulduğundan bahsediyordu ama aslında kendisini boğanın “kendisi” olduğundan bahsediyordu. Yani davranışlarımız, hareketlerimiz ve de en önemlisi beklentilerimiz; hayatı bir okyanus diye düşünürsek hadi çok geniş olduysa bir gölet diyelim, nitekim saydığım soyut kavramları ayağıma bağlanan bir taş gibi düşünüyorum ama o taşı ayağıma bağlayan da benim, anlamına mı geliyor?

Resim 愚木混株 Cdd20 tarafından Pixabay‘a yüklendi.
Ne yani her şey benim beklenti diye yarattığım şeylerden mi oluşuyor? Yüzme bilmememin, yüzme bilsem de derinlere dalmanın ve çıkamamamın tek sorumlusu ben miyim? Saçmalık!
Koca bir saçmalık!
Yaklaşık bir aydır suya batıp batıp çıkıyorum. Oysa yüzmek için girmiştim bu denize. Elbette ki yorulunca olduğum yerde kalacaktım ya da derinlere doğru batacaktım, biliyordum. Oysa insan derinlere daldıktan sonra hep yeniden yukarı çıkabilir diye düşünürdüm. Yine oraya geliyorum, sanmak…
Yüzmeyi biliyorum sanıyordum. Boğulduğuma göre yeniden öğreniyorum. Yüzmek, bir kıyıdan diğerine geçmek, suyun üzerinde kulaç çırpmadan da ilerleyebilmek, yorulunca denizin içerisinde dinlenebilmek hepsi sabır gerektiren öğretiler. Peki nasıl olur da ben bunları bilmiyorum?
Gölde bir kayık gördüm az önce, çıkmak istedim oraya, çıktım da… Bir de ne göreyim, kayık su almaya başladı. Ne gariptir ki burada kayıkçının anlamını bilirler diye düşünmüştüm. Oysa benim boğulacağım ezelden beri belli olan bir gerçekmiş. Bense su almaya başlayan her kayığı tamir etmeye çalışır, bir sonra ki kayığa gittiğim zaman su almaya başladığını görür ve aynı işlemi yeniden yapmaya başlardım. Oysa su almaya başlayan tahta kayıkların duvarlarının hiçbirini ben yıkmadım. O boşluk bana ait değil, ben örmek için oradaydım. Oysa örmek bile benim amacım değildi. Kendi limanımı kursaydım, neyin fırtına olduğunu daha erken anlardım ya da kendime bir kayık yapmış olsaydım, görevim olmayan bir örme işine atılmazdım. Yalnızca limanda tamir olmak isteyen kayıklara bakardım.
Henüz bu sabah, bir rüyadan uyandığımı fark etmem zaman aldı; kayıktan ayağım kayıp denize düştüğümü, suyun içine düştükten sonra yaşadığım şok etkisiyle yüzemeden boğulduğumu hissederek uyandım. Uyandığım da ellerim boğazımdaydı. Kayıktan atıldığımı kabullenememişim, bir de olayı büyütmek için kendimi boğduğumu düşünmüşüm. Oysa kendi ellerim boğazımdaymış.

Resim 愚木混株 Cdd20 tarafından Pixabay‘a yüklendi.
Peki ben nasıl oldu da kayıktan atıldığımı -birnevi bahçeden yabani otları söküp yerlerine çiçekler diktiğim bir “evden”- kayıktan ayağım kaymasını, o koca deliği yamadığım hâlde artık su almayan bir kayıktan, kayık tarafından denize düşürülmüş olmama rağmen, nasıl oldu da hiçbir şeyi göremedim?
Öğrendim. Kayıklar değilmiş beni yoran; suyun içine çöken sessizliğin, kayıkları içine çekmesiymiş. Her seferinde başka bir ahşapla yeniden başlamışım. Oysa ben denizin kendisi olmamışım. Pusula elimde olmasına rağmen kullanmadığımdan dolayı doğru rotada yüzmemişim.
Belki bir limanım olsaydı, bir de deniz fenerim; boğulma tehlikesini sezerdim. Bir limanım olsaydı da açık denizlerden, geri dönebileceğim bir “evim” olduğunu hep bilirdim.
Boğuluyorum yazısının öne çıkarılan görseli Sora adlı yapay zeka tarafından üretilmiştir.
Yazınız gerçekten çok hoşuma gitti. Yazdıkça daha da içten ve samimi olarak döküyorsunuz içininizi bize. Elinize sağlık. Belki de en yakın zamanda kayık tamir eden ellerin kendi limanını inşa ettiği yazıları da okuyacağız. Sevgi ile kalın.
Teşekkür ederim Emre Bey 🙂